Blog yazıları
KORUMALI MI? KORUMAMALI MI?
Yukarıda bahsettiğim etkenler içerisinde gördüğüm şu oldu ki aslında ebeveyn tutumları, ışıklı çocuklarımızın tavır ve davranışlarını olumlu/olumsuz çok fazla etkiliyor. Ebeveynler ne yazık ki çoğu zaman kendi tavır ve davranışlarını yeterince fark edemiyor ve çocuklarına karşı zaaflarını yansıtıyorlar. Bu zaafları çocuklarının davranışlarını objektif biçimde değerlendirememelerine neden oluyor. Bu durum onların davranışlarını en iyisi zannettikleri aşırı korumacı ebeveyn tavrına dönüştürüyor. Bazı çocuklar gördüm: düşünmesine, karar verdiklerini eyleme geçirmesine fırsat verilmemiş, ürkek ve çekingen. Anne babası onun adına düşünmüş, taşınmış, karar vermiş, denemiş ve yapmış. Fiziksel, duygusal ve sosyal açıdan gelişmesine hiç izin verilmemiş. Okul çağına geldiğinde de kendisinden yaşıtlarıyla beraber gereken her türlü aktivitenin içine girmesi isteniyor. Gözlerinde ışık olması gereken küçük bedenlerinde ışık değil, korkuyu görüyorsunuz o zaman. Yardıma muhtaç…
Yaşıtları içinde oyunu kuralına göre oynaması gereken ışıklı bedenler önceden hiç deneyimlemedikleri mücadelelere girmeleri için zorlanıyor. Ya da zorlanmadan sanki olağanmış gibi akranlarından yabancılaşıyor, tek başına kalıyor.
Kimisinin ebeveynleri arasında bir savaş başlıyor: Babalar, eşlerini; anneler de ‘Sen neredeydin? Sen yapsaydın?’ diyerek birbirlerini suçluyorlar. Yanlışlarını telafi etmek yerine sadece zaman kaybetmeyi seçiyorlar. Bu durum bazen de ebeveynlerin çocuklarından beklentileri açısından tutarsızlıkları da beraberinde getirebiliyor. Anne babası tarafından koşulsuz sevgi ve kabul görmeye ihtiyacı olan ruh, annesi için başka; babası için başka davranmak zorunda olduğunu fark ediyor. Bu çelişkili süreç, onu daha da ne yapacağını bilemez hale sokuyor.
Baştan beri korumacı tavır içerisinde büyüdüğünden, yeterince deneyim kazanamadığından, bu nedenle başarma duygusunu tadamadığından özgüvenli bir birey davranışları gösteremiyor. Çevresindeki yaşıtları, büyükleri ve en kötüsü de kendisi yapamadıklarını kabul etmeye başlıyor. Ve benlik algısı biçimine dönüşüyor. Deneyip de başaramadığını görmek yerine alışkanlığı biçimine gelen denememek üzerine kurulu düzeninde devam ettiriyor, kendini.
Arkadaşlarının alıştığı, aralarında böyle kabul edildiği düzeni, zaman içerisinde değiştirmesi gerektiğini fark etmek, kendi içinde onu çok yıpratıyor. Her yeni girdiği ortam ya da her yeni tanıştığı kişi onu yeniden zorlamaya başlıyor. Yıllar geçtikçe alışkanlıkları değiştirebilmek zorlaşacak geçilmesi imkânsız sarp kayalar gibi önünde büyük engel olacaktır.
‘Ben gerçek bir anneyim, benim kadar iyisi olamaz.’ diye kendisi ile övünen bir annenin çocuğunu tanıdım: 5 yaşındaydı ve tüm arkadaşları muzlarını yerken o sadece muzu elinde evirip çevirip ve baktığını fark ettim. Ne olduğunu anlayamadım ve yanına gidip sorduğumda aldığım cevapla başımdan aşağı kaynar sular döküldü. ‘Bu ne?’ dedi. Muzu tanımıyor, yiyecek bir şey olduğunu bilmiyor, muhtemelen de hiç soyulmamış biçimde görmemiş. Ellemesine, bakmasına, evirip çevirmesine, muzun kabuğu ile baş başa kalmasına izin verilmemiş. Muz her zaman soyulup, dilimlenip, annesi tarafından yemesi için ağzına verilmiş. İşte bu nedenle ben muzla onu yalnız bıraktığımda 1,5-2 yaşlarında yapması gerekenleri yapıyordu. Bakıyordu, evirip çeviriyordu, tanımaya çalışıyordu.
Sadece ‘iyi anneyim, iyi babayım’ diyebilmek için çocukların deneyimlenmesine engel olmak görevimizi iyi yapamadığımız anlamına gelir.
Çıkmak, koşmak, tutmak, koşmak, atlamak, ellemek, koklamak, denemek, düşmek, düşünmek, ezmek, gülmek, ağlamak, yanılmak, yenmek, yenilmek vb.. eylemleri hazır olduğunda deneyimlemesine izin vermek hatta bunlar için gerekli çevre şartlarını hazırlamak biz yetişkinlerin boynumuzun borcudur.
Gül Devrim Batı